EDEBİYAT 

1950 KUŞAĞI ÜZERİNE NOTLAR

1950 kuşağı, aşağı yukarı aynı yaşlarda olan 1934, 1935, 1936 ve en geç 1937 doğumlu olanların bir aradalığıdır. Bizleri bir araya getiren, liseden veya fakülteden edebiyat ilgisinin arkadaşlığı oldu. Örneğin Demir Özlü’yle ben liseden arkadaştık. Adnan Özyalçıner, Kemal Özer, Konur Ertop da öyle! Erdal Öz’le Onat Kutlar’ı fakültede tanıdık. Yıl 1955.

Bizim kuşak, kendi içinde türdeşliği olmayan bir kuşaktır. Örneğin Ankara’daki arkadaşlarımızı (‘Mavi’ciler) bir araya getirmede en belirgin olanla İstanbul grubunun (‘A’cılar) bir aradalık gerekçeleri arasında ciddi farklar olduğunu düşünüyorum. Dahası, İstanbul’daki 1950 kuşağının da yine kendi aralarında belirli uzaklıklar vardır. Örneğin ‘A’cılar İstanbul’un Suriçi kesiminde oturuyorlardı. Pera’da oturanlarsa bizimle (dolayısıyla biz de onlarla) hiç ilişki kurmamışızdır.

Şunu söylemeliyim:

Genç edebiyatçılar, iki ayrı coğrafya öbeğindeydiler; nasılsa son derece kendiliğinden bir öbeklenme! Ferit Edgü, Demirtaş Ceyhun, Asaf Çiyiltepe, Oğuz Haluk (Hayalet Oğuz) şehrin Pera bölgesindendiler; Erdal Öz, Kemal Özer, Adnan Özyalçıner, Onat Kutlar, Konur Ertop, Doğan Hızlan ve ben eski, Suriçi İstanbul’undan!

Bu öbeklenme üzerinde hiç durulmamıştır. Suriçi çocukları, bizler, Pera’dakileri daha özentili, hatta biraz ‘şımarık’ mı buluyorduk? Belki de! Onların da Suriçi çocuklarını ‘taşralı’ buldukları muhakkaktı!

Erdal Öz’ün 16 Eylül 1956 tarihli günlüğü, iki grup arasındaki ilişkiyi göstermek adına son derece anlamlıdır:

O gün, Erdal’la Baylan Pastanesi’ne gitmişiz. Erdal, “Bugün Hilmi Yavuz’la Baylan’a gittik. Ben gitmek istemedim, o istedi” diyor.

O gün, anlaşılan, Peralılar oradaymış. Erdal hiç ısınamamış onlara, devam ediyor:

Bütün işleri birbirlerini işletmekti. En küçük bir sözü bile kaçırmıyorlardı, hemen işletmeye, alaya başlıyorlardı. Çok çirkin buldum bu davranışlarını, ürperdim, sustum.

Erdal, anlatmayı sürdürüyor:

Sonra Hilmi, Demir, ben çıktık. Demir, aslında onların iyi çocuklar olduklarını söyledi. (…) Oysa Hilmi Yavuz, Kemal Özer, Adnan Özyalçıner, Konur Ertop onlar gibi değiller. Benim dostlarım bunlar. Onlarla mutluyum.

Burada, çok önemli bulduğum bir tespitimi dile getirmek istiyorum:

Gerçi ben de, Demir Özlü de, Suriçi bölgesinde, Fatih’te oturuyor idiysek de, kendimizi tam anlamıyla oralı saydığımız da söylenemezdi. İkimiz, Demir’le ben, Suriçili arkadaşlarımızdan çok daha sık Baylan’a ve elbette isteyerek gidiyor; Ferit’le olsun, Demirtaş’la olsun, Asaf’la olsun yakın arkadaşlıklar kurmuş oluyorduk. 

Çok önemli:

Dikkat edilirse, ‘A’ dergisinde Peralılardan hiçbirinin yazısı, öyküsü, şiiri yoktur! Buna karşılık, Adnan’ın, Kemal’in, Erdal’ın, Onat’ın da mesela ‘Mavi’ dergisinde göründükleri olmamıştır. Oysa Demir’le ben, hem A’da hem de Mavi’de yazıyorduk. Demir değil, ama ben, daima olduğu gibi, orada da, ‘ara konum’daydım: Erdal Öz de can dostumdu benim, Asaf Çiyiltepe de!

Mavi’cilerle bizim aramızda, sanırım şöyle bir yaklaşım farkından da söz edilebilir:

Bizim için şiirde ‘İkinci Yeni’ büyük bir devrimdi ve biz, bizden önceki ve o yıllarda edebiyatın, deyiş yerindeyse, ‘müesses nizam’ını oluşturan yazarlara karşı bir ‘putları devirme’ tavrı içindeydik. Tahsin Yücel’in 1956’da Sait Faik Armağanı’nı kazanmış olmasına karşı ‘A’ dergisinin büyük tepkisi (ki bu tepki Tahsin’e yönelikti!) dolaylı olarak bu tavra ilişkindir: ‘Bizim kuşak’tan birinin (Tahsin’in), ‘müesses nizam’ın adamı gibi görünmesine karşı bir tepki!

Mavi’, bir süre sonra Attila İlhan’ın nüfuz alanına girdi. Attila İlhan’a itirazımız yoktu; ama ‘A’ dergisinin herhangi birinin nüfuz alanına girmesini onaylamamız söz konusu değildi – hatta, bırakın bizim kuşaktan olmayan birinin, kendi aramızdan birinin bile bu konumu edinmesine izin veremezdik.

Bu yazıya yorum yapamıyorsanızlütfen Facebook hesabınıza giriş yapınız
Paylaş:

Benzer yazılar